O GECE
Kâinat uykudaydı, önce lambalar söndü.
Çığlıklar dağı taşı yarıyordu o gece.
Sonra bütün sokaklar, mahşer yerine döndü.
Tüm gözler yıldızları arıyordu o gece.
Gökyüzünde toz duman, yerde öyle bir an ki,
Enkaz her yaştan insan doğuruyordu sanki.
Betonun lütfettiği boşluk dahi inan ki,
Her yaraya bir umut sarıyordu o gece.
Yaşamak için anne taş koymuş yarasına.
Babanın ak düşmüştü gözünün karasına.
Çaresizce uzanıp enkazın arasına.
Yavrusunun saçını tarıyordu o gece.
Sokaklara devrilmiş mavi, pembe duvarlar.
Duvarların altında inleyen hatıralar.
İzleri silen yağmur, çizgileri örten kar.
Hepsini birbirine karıyordu o gece.
Yıkılmıştı binalar kinini kusa kusa.
Ne şans işe yaradı ne fırsat verdi usa.
Zaman ilerledikçe insanlar susa susa,
Dönülmeyecek yere varıyordu o gece.
Yumruklar çaresizce duvarlara vurdukça,
Sesler kesilip kalpler birer birer durdukça,
Azrail saatini ayrılığa kurdukça,
Yeni yeni acılar türüyordu o gece.
Eşikte kalmış ayak, kapıya sıkışmış kol.
Uykudayken kapandı, komşudan komşuya yol.
Bir mahşeri zaman ki o an, kim olursan ol.
Herkes kendi kendini sürüyordu o gece.
Birbirine karışmış zamanlar ve mekânlar.
Aynı acıya matuf minareler ve çanlar.
Geçmiş, gelecek, bu gün; var olan bütün anlar.
Hep birden aynı yöne yürüyordu o gece.
Bakmak ne pahalıydı, ne kıymetliydi nefes.
Ne kadar değerliydi yaşama dair o ses.
Tüm çareleri mahkûm eden çelikten kafes,
İçerisinde kalbim çürüyordu o gece.
Her dirinin peşinde, her ölünün başında,
Çaresiz insanların ekmeğinde aşında,
Hatta kefen bezinde, hatta mezar taşında,
Leş yiyici çakallar ürüyordu o gece.
Aydın YÜKSEL-ANKARA
05.03.2023 - Pazar 02:56