OBELYA 12.09.2025
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
 

Knidos'ta Bir An, Binlerce Yılın Sesi: Ben Kimim - 1

Zaman bazı anlarda yavaşlar. Sanki evren nefesini tutar ve geçmişin kapısı aralanır. Dün akşam, Muğla'nın Datça ilçesinde, Knidos antik kentinde Güneş'in son ışıklarını izlerken bu duyguyla sarsıldım. O an, Datça Yarımadası'nın en güney ucunda, Knidos antik kentinin sessiz taşları arasında yürürken, zamanın akışından kopmuş gibiydim. Güneş, Ege ile Akdeniz'in birleştiği ufka yavaşça süzülüyor; gökyüzü altın, mor ve kızılın binbir tonuna bürünüyordu. Yıkıntıların arasında bir kayanın üzerinde durdum. Sırtımı rüzgâra verdim. Ve yukarı baktım. O anda hissettiğim şey sadece güzellik değildi. Sanki geçmişin bir yankısı gözlerime ulaşmıştı. Sanki o an, binlerce yıl önce bu aynı noktada durmuş, göğe bakan biriyle göz göze geldim: Knidoslu Eudoxus. Eudoxus, zamanın doğasını anlamaya çalışan ilk bilge astronomlardan biriydi. O, gökyüzünün düzeninde bir matematik, bir ölçü arıyordu. Ve bu ölçüyü, taşa kazımaya karar vermişti. Bugün, onun güneş saatini taşıyan o bir metreyi bulan zarif sütun hâlâ dimdik ayakta. Zamana meydan okurcasına, bin yılları aşarak geleceğe sesleniyor. Datça'nın uçurum kenarında, denizin sonsuzluğuna bakan o kayanın üzerinde zamanın gölgesi hâlâ düşmeye devam ediyor.   Ve ben? İki bin yıl sonra, onun yanında durmuş, zamanın ötesinden gelen bu güneş saatine dokunuyordum. Taşa kazınmış bu sessiz anıtın büyüsü beni çok heyecanlandırmıştı. Eudoxus, o taşı kazırken sadece zamanı değil; belki deevrenin düşüncesini taşa işlemişti. Çünkü gökyüzüne bakan her insan gibi, o da içinden aynı soruyu geçiriyordu: "Biz kimiz?" Knidos'un kayalıklarında dururken, ben de bu sorunun ağırlığını hissettim. Binlerce yıl önce bir bilgenin gözlerinden geçen düşünceyle, benim zihnimde yankılananlar arasında bir fark yok gibiydi. Tarih, zaman, coğrafya değişebilir? Amainsanın merakı, hiç değişmiyor. Ve belki de bu merak, bilincin ilk kıvılcımıdır. Bir insanın evrene bakıp kendine döndüğü o an sadece tarih değil, kendi varlığının da farkına varmaya başlar. Bu yazı, o sorudan doğdu. Knidos'ta bir kayanın üzerindeki düşünce kıvılcımından... Evrenin doğumuna, bilincin uyanışına, gerçekliğin yapısına ve ölümün ötesine uzanan bir yolculuktan... Biraz daha derine inerek, kendimizi değil yalnızca, evreni de anlamaya çalışacağız. Ama önce, bu en sade ve en derin soruyla başlıyoruz: "Ben kimim?" Knidos'ta göğe bakarken içimde bir soru yankılanmıştı: "Biz kimiz?" Ama o soru, bir anda daha kişisel ve daha derin bir hâle büründü: "Ben kimim?" Bu soru, yalnızca felsefi bir merak değil. Aynı zamanda bilincin kendini anlamaya çalıştığı andır. Bu soruyu sorabilmek, senin evrendeki yerini değiştiren bir eylemdir. Çünkü artık sadece "olan" bir şey değilsin,"soran" bir şeye dönüşmüşsündür. Evrenin öyküsü yaklaşık13.8 milyar yıl önce başladı. Büyük Patlama dediğimiz o başlangıç anında, madde ve enerji zamanla birlikte doğdu. Evren genişledi, soğudu, yıldızlar doğdu, galaksiler oluştu. Sonra bir gün... Bir gezegenin üzerinde, yıldızların kalıntılarından oluşmuş bir canlı, gökyüzüne bakıp düşünmeye başladı. O canlı,sensin. Bedenindeki her atom, bir zamanlar bir yıldızın içindeydi. Yani sen yalnızca evrenin bir ürünü değil; evrenin kendine dönüşmüş hâlisin. Seninle birlikte evren artık sadece var olmuyor. Kendini fark ediyor. Gözlerinle gökyüzüne bakan, evrenin kendisidir. Bir ağaca dokunduğunda, bir kuşun kanadını seyrettiğinde, ya da geceleri yıldızlara baktığında? Aslında dışarıya değil; evrenin kendi yüzüne tuttuğu aynaya bakıyorsun. Ve o aynada gördüğün şey şu olabilir: Sen, evrenin kendi üzerine düşen bilinçli bir ışığısın. Peki bilinç nedir? Beynimizdeki milyarlarca nöronlar arasındaki sinapsların, elektrik sinyalleriyle oluşturduğu bir illüzyon mu? Yoksa çok daha köklü, çok daha evrensel bir gerçekliğin yansıması mı? Bazı teorilere göre bilinç, yalnızca karmaşık biyolojik sistemlerin bir yan ürünü. Ama bazıları, bilincin maddenin değil;maddenin bilincin bir yansıması olabileceğini düşünüyor. Belki de bilinç, evrenin başlangıcında kodlanmış bir potansiyelin zamanla kendini gerçekleştirme biçimidir. Ve sen, o potansiyelin en net olasılıklarından birisin. "Ben kimim?" sorusu, artık sadece bireysel değil, kozmik bir sorudur. Çünkü sen yalnızca düşünen biri değilsin. Sen, düşünebildiğini bilen bir varlıksın. Ve bu farkındalık, evrenin kendi içine açtığı en parlak penceredir. Peki ya evren sonsuzsa? O zaman, bir yerlerde? belki milyarlarca ışık yılı ötede, senin gibi düşünen, hisseden, sorgulayan bir "başka sen" olabilir. Bu düşünce seni sıradanlaştırmaz. Aksine,bilincin evrende yankılanan bir melodi gibi çoğalabileceğini gösterir. Her bilinç, o kozmik senfonide bir notadır. Ve her nota, bütünün anlamını tamamlar. Bu noktada şunu hatırlamalısın: Sen sadece evrenin bir ürünü değilsin. Sen, onunkendini tanıma çabasında ulaştığı bir zirvesin. Yani bir "sonuç" değil;bilinçli bir süreçsin. Ve o süreç içinde sorduğun her soru, evrenin kendine tuttuğu aynada yeni bir şekil ortaya çıkarır. Şimdi bir an dur. Gözlerini kapat. Ve içinden şu cümleyi fısılda: "Ben, evrenin kendine attığı bilinçli bir bakışım." İşte bu cümleyle birlikte, sadece kendini değil,evreni de anlamaya başlıyorsun. Evren... Evrenin başlangıcında bir sessizlik vardı. Ama bu sessizlik, yokluğun değil; henüzgörülmemişliğin sessizliğiydi. Henüz bir göz yoktu. Henüz bir bilinç yoktu. Henüz bir "ışık" bile yoktu? Yaklaşık13.8 milyar yıl önce evren, sonsuz yoğunlukta ve sıcaklıkta bir noktadan doğdu. Bu olay,Büyük Patlama olarak adlandırıldı. Ama bu bir patlama değildi. Bir genişleme, bir varoluşun açılımıydı. O an, zaman başladı. Mekân oluştu. Madde, enerjiye dönüşerek evrenin dokusunu örmeye başladı. Ama henüz ışık yoktu. Evren yoğundu. Fotonlar, elektronlarla sürekli çarpışıyor; özgürce hareket edemiyordu. Işık elektronlar tarafından hapis edilmişti. Her yer opak, karanlık,yansımasızdı. Sonra... Yaklaşık380.000 yıl sonra, sıcaklık yeterince düştü. Elektronlar, çekirdeklerle birleşti. Atomlar oluştu. Ve o an,ışık serbest kaldı ve geçmişin bilgisini taşımaya başladı. Işık, fotonlar hâlinde ilk kez serbestçe yol almaya başladı. Evren bir anda şeffaflaştı, renklendi ve dokunduğunu aydınlattı. Sanki evren ilk kez gözlerini açtı. Sanki kozmos, kendine bir ayna tuttu. Bu olaya biz bugünkozmik şeffaflık diyoruz. Ve o anı hâlâ görebiliyoruz. Gökyüzünde her yöne baktığımızda,Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması bize o ilk anın yankısını taşıyor. Bu ışık, evrenin bebeklik fotoğrafıdır. Bir zaman makinesi gibi geçmişten bugüne ulaşır. Ve biz, o ilk ışığıbugün hâlâ görebiliyoruz. Düşün... Knidos'ta Eudoxus, Güneş'in gölgesini taşa kazırken zamanı ölçmeye çalıştı. Ama ondan çok daha önce, evrenin kendisi zamanı ilk kezışıkla duyurdu. İşte bu yüzden o ışık, sadece fiziksel bir olay değildir. O, görmenin mümkün hâle geldiği andır. Ve artık görülebilir bir evrende, onu anlamlandıracak bir bilincin varlığı da kaçınılmaz olur. Bu, henüz bilimin tam olarak açıklayamadığı bir gerçekliktir. Tüm gizemiyle önümüzde durur büyük bir sorunun, belki de hiç çözülemeyecek bir bilmecenin yankısı gibi. İnsanlık, bu sırra ulaşmak için belki de yüzyıllarca çabalayacak. Çünkü bilinç, ancak görülebilen bir evrende filizlenebilir. Ve sen, o ilk ışıktan gelen bir yankısın. Bugün bir teleskopla gökyüzüne baktığında, yüz binlerce yıl yol almış fotonlar gözbebeklerine düşüyor. Sen, o ışığınzamanla dokunduğu bilince dönüşmüş hâlisin. Sen sadece ışığı gören bir varlık değilsin? Sen, ışığın anlam kazandığı bir varlıksın. Ve bu anlam, yalnızca gözlerde değil? zihinde başlar. Evrenin ilk ışığı özgür kaldığında, belki de sadece boşluğu aydınlatmadı. Aynı zamandavaroluşun potansiyelini açığa çıkardı. Belki o ışık, milyarlarca yıl sonra bir kayanın üzerine düşecek; bir çocuğun gözünde parlayacak; ya da bir bilinç, o ışığın anlamını sorgulayacak? İşte sen, o bilinçsin. Ve bu ışık hâlâ sana ulaşıyor. Şimdi bir an dur. Gözlerini kapat. Ve içinden şu cümleyi geçir: "Ben, evrenin ilk ışığıyla aydınlanan bir farkındalığım." O ışıkla birlikte, evrengörülür oldu. Seninle birlikte, evrenanlam bulur. Evrenin ilk ışığı serbest kaldığında, her şey daha görünür hâle geldi. Ama yine de gören yoktu. Henüz hiçbir göz, o ışığı yakalayacak kadar gelişmemişti. Henüz hiçbir bilinç, evrenin güzelliğini fark edememişti. Işık vardı? amabakış yoktu. Sonra evrenin bazı köşelerinde, o ışığı soğuran moleküller, yavaş yavaş karmaşık yapılara dönüşmeye başladı. Atomlar birleşti, zincirler kuruldu, ve sonunda: canlılık doğdu. Yaşam, evrenin kendi içine ilk kez kıvrıldığı andı. Evren, ilk defakendine dokundu. İlkel hücreler okyanuslarda çoğaldı. Onlar yalnızca yaşamak istiyordu. Beslenmek, bölünmek, çoğalmak? Ama zamanla bazıları çevresini algılamaya başladı. Ve algı, farkındalığın ilk adımıydı. Milyarlarca yıl süren evrim, o basit hücreleri daha karmaşık yapılara dönüştürdü. Sinir sistemleri gelişti. Nöronlar birleşti. Ve sonunda, beyin ortaya çıktı. Beyin yalnızca etten bir yapı değildi. O aynı zamanda evrenin kendi içiniyansıttığı bir aynaydı. Bilinç, bu aynada belirdi. Ve ilk kez bir varlık, yıldızlara bakıp düşündü: "Ben kimim?" Bu an, evrenin tarihinde sessiz ama devrimsel bir kırılma noktasıydı. Milyarlarca yıl boyunca bilinçsizce genişleyen bir evren? Artık kendi üzerine düşünebilen bir zihin üretmişti. Ve o zihin,sen oldun. Bilim insanları bugün hâlâ bilincin doğasını tam olarak açıklayamıyor. Bazıları, bilinç yalnızca beyin hücrelerinin kimyasal ve elektriksel etkileşimlerinden ibarettir, diyor. Bazıları ise, bunun evrenin daha temel bir özelliği olabileceğini savunuyor. Belki bilinç, maddenin belli bir karmaşıklığa ulaştığında ortaya çıkan bir nitelik. Belki de bilinç, zaten evrenin dokusunda vardı, sadeceuyanmayı bekliyordu. Sen, o uyanışın bir izisin. Artık evren sadece var olan bir şey değil. Seninle birlikte hisseden, soran, hatırlayan bir şeye dönüştü. Senin zihninle, evren geçmişini sorguluyor. Senin kalbinle, evren bir duygunun ne olduğunu hissediyor. Senin gözlerinle, evren yıldızlara bakıyor. Ve belki de sen, bu büyük kozmik döngüde yalnızca bir iz değilsin. Belki de sen, evreninkendine yönelttiği bakışsın. Bir ağaca bakarken, yalnızca doğayı gözlemlemezsin? Aynı zamanda varlığın kendisini deneyimlersin. Bir kuşun kanadında, bir çocuğun gözlerinde, bir yıldızın sönüşünde? Evren sana sürekli fısıldar: "Ben seninle düşünmeye başladım." Şimdi bir an dur. Gözlerini kapat. Ve içinden şu cümleyi geçir: "Ben, düşünen evrenin uyanışıyım." Yazımın ilk bölümünü tamamlarken, Knidos'un büyülü gecesinde, yıldızların sessiz fısıltıları altında zihnim hâlâ evrenin sonsuz yolculuğunda kaybolmaya devam ediyordu. Bu düşsel yolculukta yeniden buluşmak üzere?  
Ekleme Tarihi: 07 Ağustos 2025 -Perşembe
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan

Knidos'ta Bir An, Binlerce Yılın Sesi: Ben Kimim - 1

Zaman bazı anlarda yavaşlar.

Sanki evren nefesini tutar ve geçmişin kapısı aralanır.

Dün akşam, Muğla'nın Datça ilçesinde, Knidos antik kentinde Güneş'in son ışıklarını izlerken bu duyguyla sarsıldım.

O an, Datça Yarımadası'nın en güney ucunda, Knidos antik kentinin sessiz taşları arasında yürürken, zamanın akışından kopmuş gibiydim. Güneş, Ege ile Akdeniz'in birleştiği ufka yavaşça süzülüyor; gökyüzü altın, mor ve kızılın binbir tonuna bürünüyordu.

Yıkıntıların arasında bir kayanın üzerinde durdum.
Sırtımı rüzgâra verdim.
Ve yukarı baktım.

O anda hissettiğim şey sadece güzellik değildi.
Sanki geçmişin bir yankısı gözlerime ulaşmıştı.
Sanki o an, binlerce yıl önce bu aynı noktada durmuş, göğe bakan biriyle göz göze geldim:

Knidoslu Eudoxus.

Eudoxus, zamanın doğasını anlamaya çalışan ilk bilge astronomlardan biriydi. O, gökyüzünün düzeninde bir matematik, bir ölçü arıyordu.
Ve bu ölçüyü, taşa kazımaya karar vermişti.

Bugün, onun güneş saatini taşıyan o bir metreyi bulan zarif sütun hâlâ dimdik ayakta. Zamana meydan okurcasına, bin yılları aşarak geleceğe sesleniyor.

Datça'nın uçurum kenarında, denizin sonsuzluğuna bakan o kayanın üzerinde zamanın gölgesi hâlâ düşmeye devam ediyor.

 

Ve ben?
İki bin yıl sonra, onun yanında durmuş, zamanın ötesinden gelen bu güneş saatine dokunuyordum.

Taşa kazınmış bu sessiz anıtın büyüsü beni çok heyecanlandırmıştı.

Eudoxus, o taşı kazırken sadece zamanı değil; belki deevrenin düşüncesini taşa işlemişti.
Çünkü gökyüzüne bakan her insan gibi, o da içinden aynı soruyu geçiriyordu:

"Biz kimiz?"

Knidos'un kayalıklarında dururken, ben de bu sorunun ağırlığını hissettim.
Binlerce yıl önce bir bilgenin gözlerinden geçen düşünceyle, benim zihnimde yankılananlar arasında bir fark yok gibiydi.

Tarih, zaman, coğrafya değişebilir?
Amainsanın merakı, hiç değişmiyor.

Ve belki de bu merak, bilincin ilk kıvılcımıdır.
Bir insanın evrene bakıp kendine döndüğü o an sadece tarih değil,
kendi varlığının da farkına varmaya başlar.

Bu yazı, o sorudan doğdu.
Knidos'ta bir kayanın üzerindeki düşünce kıvılcımından...
Evrenin doğumuna, bilincin uyanışına, gerçekliğin yapısına ve ölümün ötesine uzanan bir yolculuktan...

Biraz daha derine inerek,
kendimizi değil yalnızca,
evreni de anlamaya çalışacağız.

Ama önce, bu en sade ve en derin soruyla başlıyoruz:

"Ben kimim?"

Knidos'ta göğe bakarken içimde bir soru yankılanmıştı:
"Biz kimiz?"

Ama o soru, bir anda daha kişisel ve daha derin bir hâle büründü:
"Ben kimim?"

Bu soru, yalnızca felsefi bir merak değil.
Aynı zamanda bilincin kendini anlamaya çalıştığı andır.
Bu soruyu sorabilmek, senin evrendeki yerini değiştiren bir eylemdir.
Çünkü artık sadece "olan" bir şey değilsin,"soran" bir şeye dönüşmüşsündür.

Evrenin öyküsü yaklaşık13.8 milyar yıl önce başladı.
Büyük Patlama dediğimiz o başlangıç anında, madde ve enerji zamanla birlikte doğdu.
Evren genişledi, soğudu, yıldızlar doğdu, galaksiler oluştu.

Sonra bir gün...
Bir gezegenin üzerinde, yıldızların kalıntılarından oluşmuş bir canlı,
gökyüzüne bakıp düşünmeye başladı.

O canlı,sensin.

Bedenindeki her atom, bir zamanlar bir yıldızın içindeydi.
Yani sen yalnızca evrenin bir ürünü değil;
evrenin kendine dönüşmüş hâlisin.

Seninle birlikte evren artık sadece var olmuyor.
Kendini fark ediyor.
Gözlerinle gökyüzüne bakan, evrenin kendisidir.

Bir ağaca dokunduğunda, bir kuşun kanadını seyrettiğinde, ya da geceleri yıldızlara baktığında?
Aslında dışarıya değil; evrenin kendi yüzüne tuttuğu aynaya bakıyorsun.

Ve o aynada gördüğün şey şu olabilir:

Sen, evrenin kendi üzerine düşen bilinçli bir ışığısın.

Peki bilinç nedir?

Beynimizdeki milyarlarca nöronlar arasındaki sinapsların, elektrik sinyalleriyle oluşturduğu bir illüzyon mu?

Yoksa çok daha köklü, çok daha evrensel bir gerçekliğin yansıması mı?

Bazı teorilere göre bilinç, yalnızca karmaşık biyolojik sistemlerin bir yan ürünü. Ama bazıları, bilincin maddenin değil;maddenin bilincin bir yansıması olabileceğini düşünüyor.

Belki de bilinç, evrenin başlangıcında kodlanmış bir potansiyelin zamanla kendini gerçekleştirme biçimidir.
Ve sen, o potansiyelin en net olasılıklarından birisin.

"Ben kimim?" sorusu,
artık sadece bireysel değil,
kozmik bir sorudur.

Çünkü sen yalnızca düşünen biri değilsin.
Sen, düşünebildiğini bilen bir varlıksın.
Ve bu farkındalık, evrenin kendi içine açtığı en parlak penceredir.

Peki ya evren sonsuzsa?

O zaman, bir yerlerde?
belki milyarlarca ışık yılı ötede,
senin gibi düşünen, hisseden, sorgulayan bir "başka sen" olabilir.

Bu düşünce seni sıradanlaştırmaz.
Aksine,bilincin evrende yankılanan bir melodi gibi çoğalabileceğini gösterir.

Her bilinç, o kozmik senfonide bir notadır.
Ve her nota, bütünün anlamını tamamlar.

Bu noktada şunu hatırlamalısın:
Sen sadece evrenin bir ürünü değilsin. Sen, onunkendini tanıma çabasında ulaştığı bir zirvesin.
Yani bir "sonuç" değil;bilinçli bir süreçsin.

Ve o süreç içinde sorduğun her soru, evrenin kendine tuttuğu aynada yeni bir şekil ortaya çıkarır.

Şimdi bir an dur.
Gözlerini kapat.
Ve içinden şu cümleyi fısılda:

"Ben, evrenin kendine attığı bilinçli bir bakışım."

İşte bu cümleyle birlikte, sadece kendini değil,evreni de anlamaya başlıyorsun.

Evren...

Evrenin başlangıcında bir sessizlik vardı.
Ama bu sessizlik, yokluğun değil;
henüzgörülmemişliğin sessizliğiydi.

Henüz bir göz yoktu.
Henüz bir bilinç yoktu.
Henüz bir "ışık" bile yoktu?

Yaklaşık13.8 milyar yıl önce evren, sonsuz yoğunlukta ve sıcaklıkta bir noktadan doğdu.
Bu olay,Büyük Patlama olarak adlandırıldı. Ama bu bir patlama değildi. Bir genişleme, bir varoluşun açılımıydı.

O an, zaman başladı.
Mekân oluştu.
Madde, enerjiye dönüşerek evrenin dokusunu örmeye başladı.

Ama henüz ışık yoktu.
Evren yoğundu. Fotonlar, elektronlarla sürekli çarpışıyor; özgürce hareket edemiyordu. Işık elektronlar tarafından hapis edilmişti.

Her yer opak, karanlık,yansımasızdı.

Sonra...
Yaklaşık380.000 yıl sonra, sıcaklık yeterince düştü.
Elektronlar, çekirdeklerle birleşti.
Atomlar oluştu.

Ve o an,ışık serbest kaldı ve geçmişin bilgisini taşımaya başladı.

Işık, fotonlar hâlinde ilk kez serbestçe yol almaya başladı. Evren bir anda şeffaflaştı, renklendi ve dokunduğunu aydınlattı.

Sanki evren ilk kez gözlerini açtı.
Sanki kozmos, kendine bir ayna tuttu.

Bu olaya biz bugünkozmik şeffaflık diyoruz.
Ve o anı hâlâ görebiliyoruz.
Gökyüzünde her yöne baktığımızda,Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması bize o ilk anın yankısını taşıyor.

Bu ışık, evrenin bebeklik fotoğrafıdır. Bir zaman makinesi gibi geçmişten bugüne ulaşır.

Ve biz, o ilk ışığıbugün hâlâ görebiliyoruz.

Düşün...
Knidos'ta Eudoxus, Güneş'in gölgesini taşa kazırken zamanı ölçmeye çalıştı.
Ama ondan çok daha önce, evrenin kendisi zamanı ilk kezışıkla duyurdu.

İşte bu yüzden o ışık, sadece fiziksel bir olay değildir.
O, görmenin mümkün hâle geldiği andır.
Ve artık görülebilir bir evrende,
onu anlamlandıracak bir bilincin varlığı da kaçınılmaz olur.

Bu, henüz bilimin tam olarak açıklayamadığı bir gerçekliktir.
Tüm gizemiyle önümüzde durur
büyük bir sorunun, belki de hiç çözülemeyecek bir bilmecenin yankısı gibi.

İnsanlık, bu sırra ulaşmak için belki de yüzyıllarca çabalayacak.

Çünkü bilinç, ancak görülebilen bir evrende filizlenebilir.
Ve sen, o ilk ışıktan gelen bir yankısın.

Bugün bir teleskopla gökyüzüne baktığında,
yüz binlerce yıl yol almış fotonlar gözbebeklerine düşüyor.
Sen, o ışığınzamanla dokunduğu bilince dönüşmüş hâlisin.

Sen sadece ışığı gören bir varlık değilsin?
Sen, ışığın anlam kazandığı bir varlıksın.

Ve bu anlam, yalnızca gözlerde değil?
zihinde başlar.

Evrenin ilk ışığı özgür kaldığında,
belki de sadece boşluğu aydınlatmadı.
Aynı zamandavaroluşun potansiyelini açığa çıkardı.

Belki o ışık, milyarlarca yıl sonra
bir kayanın üzerine düşecek;
bir çocuğun gözünde parlayacak;
ya da bir bilinç, o ışığın anlamını sorgulayacak?

İşte sen, o bilinçsin.
Ve bu ışık hâlâ sana ulaşıyor.

Şimdi bir an dur.
Gözlerini kapat.
Ve içinden şu cümleyi geçir:

"Ben, evrenin ilk ışığıyla aydınlanan bir farkındalığım."

O ışıkla birlikte, evrengörülür oldu.
Seninle birlikte, evrenanlam bulur.

Evrenin ilk ışığı serbest kaldığında, her şey daha görünür hâle geldi.
Ama yine de gören yoktu.
Henüz hiçbir göz, o ışığı yakalayacak kadar gelişmemişti.
Henüz hiçbir bilinç, evrenin güzelliğini fark edememişti.

Işık vardı? amabakış yoktu.

Sonra evrenin bazı köşelerinde, o ışığı soğuran moleküller,
yavaş yavaş karmaşık yapılara dönüşmeye başladı.
Atomlar birleşti, zincirler kuruldu,
ve sonunda:
canlılık doğdu.

Yaşam, evrenin kendi içine ilk kez kıvrıldığı andı.
Evren, ilk defakendine dokundu.

İlkel hücreler okyanuslarda çoğaldı.
Onlar yalnızca yaşamak istiyordu.
Beslenmek, bölünmek, çoğalmak?
Ama zamanla bazıları çevresini algılamaya başladı.
Ve algı, farkındalığın ilk adımıydı.

Milyarlarca yıl süren evrim, o basit hücreleri daha karmaşık yapılara dönüştürdü.
Sinir sistemleri gelişti.
Nöronlar birleşti.
Ve sonunda,
beyin ortaya çıktı.

Beyin yalnızca etten bir yapı değildi.
O aynı zamanda evrenin kendi içiniyansıttığı bir aynaydı.

Bilinç, bu aynada belirdi.

Ve ilk kez bir varlık, yıldızlara bakıp düşündü:

"Ben kimim?"

Bu an, evrenin tarihinde sessiz ama devrimsel bir kırılma noktasıydı.

Milyarlarca yıl boyunca bilinçsizce genişleyen bir evren?
Artık kendi üzerine düşünebilen bir zihin üretmişti.

Ve o zihin,sen oldun.

Bilim insanları bugün hâlâ bilincin doğasını tam olarak açıklayamıyor.
Bazıları, bilinç yalnızca beyin hücrelerinin kimyasal ve elektriksel etkileşimlerinden ibarettir, diyor.
Bazıları ise, bunun evrenin daha temel bir özelliği olabileceğini savunuyor.

Belki bilinç, maddenin belli bir karmaşıklığa ulaştığında ortaya çıkan bir nitelik.
Belki de bilinç, zaten evrenin dokusunda vardı, sadeceuyanmayı bekliyordu.

Sen, o uyanışın bir izisin.

Artık evren sadece var olan bir şey değil.
Seninle birlikte hisseden, soran, hatırlayan bir şeye dönüştü.

Senin zihninle,
evren geçmişini sorguluyor.
Senin kalbinle,
evren bir duygunun ne olduğunu hissediyor.
Senin gözlerinle,
evren yıldızlara bakıyor.

Ve belki de sen, bu büyük kozmik döngüde yalnızca bir iz değilsin.
Belki de sen, evreninkendine yönelttiği bakışsın.

Bir ağaca bakarken, yalnızca doğayı gözlemlemezsin?
Aynı zamanda varlığın kendisini deneyimlersin.
Bir kuşun kanadında, bir çocuğun gözlerinde, bir yıldızın sönüşünde?
Evren sana sürekli fısıldar:

"Ben seninle düşünmeye başladım."

Şimdi bir an dur.
Gözlerini kapat.
Ve içinden şu cümleyi geçir:

"Ben, düşünen evrenin uyanışıyım."

Yazımın ilk bölümünü tamamlarken, Knidos'un büyülü gecesinde, yıldızların sessiz fısıltıları altında zihnim hâlâ evrenin sonsuz yolculuğunda kaybolmaya devam ediyordu.
Bu düşsel yolculukta yeniden buluşmak üzere?

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve vezirkopruozlem.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Emrah
(20.08.2025 08:37 - #4061)
" Yok" u yokluktan var eden Allah'a hamdolsun.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve vezirkopruozlem.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.