OBELYA 12.09.2025
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
 

Çift Yarığın Gölgesinde: Aşk ve Bilinç Üzerine Bir Sohbet Ben Kimim 3

Çift Yarığın Gölgesinde: Aşk ve Bilinç Üzerine Bir Sohbet Knidos'ta başlayan serüvenimizin bir önceki durağında, insanlığın kadim sorularından birini dile getirmiştik:  "Gerçeklik nedir?" Bu sorunun kapılarını aralamaya çalışırken, aslında zihnimizin sınırları ile evrenin derinlikleri arasında ince bir köprü kurmaya başlamıştık. Şimdi bu yolculukta biraz daha ileriye gidiyoruz. Zihnimizin kurduğu gerçeklik algısından, dış dünyanın parçacıklarına; oradan da kuantum fiziğinin büyüleyici ama bir o kadar da gizemli sahnesine doğru adım atıyoruz. Ve işte tam burada, modern bilimin en çarpıcı deneylerinden biri olançift yarık deneyi, karşımıza çıkıyor. Bu deney yalnızca elektronların ya da fotonların davranışını değil, insanlığın belki de en temel sorusunu yeniden sorduruyor bize: Gerçeklik, biz bakmadığımızda da aynı mıdır; yoksa bizim bakışımızla mı şekillenir? Doğrusu bu satırları kaleme almakta uzun süre tereddüt ettim. Çünkü konu, alışıldık sınırların ötesinde; hem derin, hem karmaşık, hem de zihnimizin alışageldiği kalıpları sarsan bir alan. Ama belki de tam da bu yüzden önemli. Gelişmiş toplumların gençleri bu tartışmalarla büyüyor, bilimin sınırlarını bu sorularla zorluyor. Ve ben de inanıyorum ki bizim gençlerimizin de aynı sorgulamaların içinde olması gerekiyor. Çünkü bilim, yalnızca ders kitaplarında öğrenilen kuru bilgiler değil; hayatın en heyecan verici tartışmalarında, insan zihninin en derin sorularına dokunduğu anlarda kendini gösteriyor. Bu nedenle, sizleri, iki genç fizikçi aşığın sohbetine davet ediyorum. Onların gözlerinden evrenin sırlarına bakacak, bilincin ve aşkın kuantumun büyülü yollarında nasıl iç içe geçtiğine tanıklık edeceksiniz. Kafedeki Sohbet.     Şehrin karmaşasından uzak, küçük ve sakin bir kafede iki genç fizikçi sevgili buluşmuştu. İlk başta sıradan konular açıldı: Günün yorgunluğu, laboratuvarın soğuk ve metalik kokusu, kampüsteki yoğun tempo? Ama sözlerin arasına gizlenen bakışlar, çok daha derin bir işaret taşıyordu. O bakışlarda açıkça okunuyordu: Bu gece yine evrenin gizemli kapıları aralanacak, sohbetleri gündelik yaşamın sınırlarını aşarak yıldızlara, atomlara ve bilincin derinliklerine uzanacaktı. Onların her buluşması, aslında yalnızca iki sevgilinin sohbeti değildi. Her akşam, evrenin en küçük parçacıklarıyla başlayan ve gökyüzünün sonsuzluğuna dek uzanan bir yolculuğun yeni perdesi açılıyordu. Masada yükselen çay buharı bile, onlara dalga ve parçacıkların gizemli dansını fısıldar gibiydi. Böylece iki genç, her konuşmalarında yalnız birbirlerine değil, aynı zamanda evrenin bilinmeyen yüzlerine de yaklaşmış oluyorlardı. Ekin:"Bugün derste hocanın yüzünde beliren o heyecanı fark ettin miDeniz? Fotonlardan ve elektronların gizemli dünyasından söz ederken, sanki evrenin kapılarından biri hafifçe aralanmış gibiydi. O an içimde tarifsiz bir kıpırtı oldu. Kuantum fiziği bana yalnızca bir bilim değil, ruhun en derin katmanlarına dokunan bir şiir gibi göründü. Her formül adeta bir mısra, her deney evrenin kalbinden yükselen bir melodi gibiydi. Bir düşün? Bizim için parçacık ve dalga iki ayrı dünyadır. Parçacık dediğimiz şey kütlesi olan, elimizle tutabileceğimiz kadar somut bir varlıktır. Dalga ise bambaşka bir doğaya aittir: kütlesiz, soyut, yalnızca matematiğin diliyle tarif edilebilen bir salınım. Klasik akıl için bu ikisinin aynı anda tek bir varlıkta bulunabileceğini hayal etmek neredeyse imkânsızdır. Ama işte kuantum fiziği bütün bu ezberleri bozuyor. Çünkü atom altı dünyada aynı cisim, hem dalga hem de parçacık özelliklerini bir arada taşıyor. Gerçeklik burada kesinlikten sıyrılıyor ve bize belirsizliğin de evrenin temel bir dili olduğunu fısıldıyor." Biliyor musunDeniz, bugün kütüphanede eski bir dergiye rastladım. 1996 basımı Bilim ve Ütopya? İçinde Tekin Dereli hocamızın bir yazısı vardı. Öyle bir anlatmış ki kuantumun özünü, zihnimde adeta bir pencere açıldı. Diyor ki:Klasik fizikte dalga ile parçacık arasındaki ayrım kesin ve nettir. Bir şey ya parçacıktır ya da dalgadır. Taş, parçacık gibi davranır; su dalgaları ise dalga gibi. Ancak kuantum fiziği bu ayrımı kökünden sarsmıştır. Artık bu sorunun kendisi anlamını yitirir. Çünkü atom altı dünyada tek bir cisim hem dalga hem de parçacık özellikleri gösterebilir. Üstelik bu özellikler, hangi gözlemin yapıldığına bağlı olarak ortaya çıkar. Tekin Dereli hocamız bunu şu sözlerle ifade ediyor:Cisim aynı cisim fakat, siz bir cisim alıp gözlem yaparken eğer cismin dalga niteliklerinden yararlanılarak bir deney düzenlemişseniz, o zaman cismin dalga niteliklerini gözlüyorsunuz. Ama eğer başka bir deney yapar, bu deneyde de parçacık niteliklerinden yararlanacak şekilde hareket ederseniz, o zaman da aynı cismi parçacık olarak gözlüyorsunuz." Bu çok tuhaf bir durum değil mi? Bugün derste hocayı dinlerken, zihnimde evrene açılan yeni kapılar birbiri ardına aralanıyordu. Ve her kapının ardında bana aynı gerçek fısıldanıyordu: Cisim özünde hep aynıdır; ancak hangi özelliğinin ortaya çıkacağı, bizim nasıl gözlem yaptığımıza bağlıdır. Doğa, gözlem biçimimize göre farklı yüzlerini açığa çıkarır. Belki de bu yüzden kuantum dünyasında asıl belirleyici unsur, yalnızca doğanın kendisi değil, onu anlamaya çalışan bilincimizdir. Böylece bilinç, yalnızca gözlemci olmaktan çıkıp deneyin bir parçası hâline gelir. Belki de gerçekliği belirleyen en büyük düzenek, insan bilincinin kendisidir. Bu düşünce, evreni anlamaya çalışan bizler için şaşırtıcı ama aynı zamanda büyüleyicidir. Kuantum dünyası bize şunu hatırlatıyor: Gözlem, pasif bir izleyiş değil; bizzat sonucu belirleyen bir etkileşimdir. Hangi soruyu sorduğumuz, hangi niyetle baktığımız, karşımıza çıkan gerçeği şekillendirir. İşte kuantumun büyüsü burada: Evrenin en küçük ölçekte nasıl işlediğini anlamaya çalıştığında kesin cevaplar bulamıyorsun. Hep ihtimaller, hep olasılıklar? Bunu düşündükçe içim ürperiyor; sanki doğa, biz bakarken kendini yeniden yazıyor. Sen de aynı şeyi hissetmiyor musun?" Belki fazla konuştum ama şunu da söylemeden edemeyeceğim: Sana bakarken hep böyle hissediyorum. Sen aslında hep aynısın, fakat ben sana nasıl baktıysam öyle görünüyorsun bana. Bazen dalga gibi ruhumun her köşesine yayılıyor, bazen de tek bir parçacık gibi kalbimin tam ortasında beliriyorsun. Belki de aşk, benim kendi çift yarık deneyimdir? Gözlerim seninle her buluştuğunda belirsizlik çözülüyor, gerçeklik tek bir an'a çöküyor ve ben yeniden sen oluyorum. Deniz :   Ne güzel anlattın? Aslında hocamızın tahtada çizdiği o karmaşık formüller de bundan farklı değil. Onlar yalnızca kalbimizdeki dalgalanmaların başka bir dili. Bazen bana öyle geliyor ki gerçeklik, sandığımız gibi dışarıda duran sabit bir varlık değil; bizim bakışımızla tamamlanan bir bütün. Sen bana nasıl bakarsan, ben senin gözlerinde o sureti kazanıyorum. Belki de doğa da aynı şekilde davranıyor; sayısız olasılığın arasından bize, yalnızca gözlerimizin seçtiği gerçeği gösteriyor. Ve işte asıl soru tam burada başlıyor: Bilinç gerçekten doğayı mı yaratıyor, yoksa yalnızca var olan ihtimallerin içinden birini mi seçiyor? Eğer bir gün bu sorunun cevabını bulabilirsek, belki de evrenin en derin sırrına dokunmuş olacağız. Deniz:  Hatırlıyor musun hocanın tahtada anlattığı o deney düzeneklerini? Çift yarık deneyini? Bence evrenin bize sunduğu en gizemli ama en büyüleyici sırlarından biri. Ekin: "Hayal etsene? Karanlık bir odada bir duvar duruyor ve üzerinde yan yana açılmış iki ince yarık var. Elimizde bu yarıklara doğru küçük toplar fırlatan bir düzenek olduğunu düşün. Topları tek tek gönderdiğinde, her biri ya sağdaki ya da soldaki yarıktan geçer. Arkadaki ekranda ise bu topların yalnızca iki çizgi üzerinde biriktiğini görürsün. İşte bu, klasik dünyanın mantığıdır: net, kesin, önceden tahmin edilebilir. Her şey belirli nedenlerle başlar, belirli sonuçlarla biter; sürprize, belirsizliğe yer bırakmaz." Bununla birlikte aynı deneyi toplar yerine su dalgalarıyla yaptığında bambaşka bir manzara ortaya çıkar. İki yarıktan geçen dalgalar arkada karşılaşır; bir yerde üst üste gelerek birbirini güçlendirir, başka bir yerdeyse birbirini söndürür. Sonuçta ekranda, dalgaların bu gizemli etkileşiminden doğan aydınlık ve karanlık bölgeler belirir ve gözümüzün önünde büyüleyici bir girişim deseni oluşur. Ve asıl büyü burada başlar?" Deniz:  "DüşünseneEkin? Bu kez parçacık olarak elektronları ele aldığımızda çift yarık deneyinde işler büsbütün değişiyor. Elektronları tek tek gönderiyoruz; normalde ekranda yalnızca bir parçacık izi bırakmalarını beklersin. Ama öyle olmuyor: Zamanla ekranda dalgaların oluşturduğu girişim desenini, yani aydınlık ve karanlık çizgilerin ritmik dizilişini görüyorsun. Her biri tek başına bir parçacık olmasına rağmen elektronlar, sanki bir dalgaymış gibi davranıyor. Bu durum, insan zihninin kolay kolay kabul edemediği bir paradoks değil mi? Çünkü karşımızda, aynı anda hem parçacık hem de dalga olabilen bir gerçeklik duruyor." Aslında yanıt, maddenin en küçük ölçekte artık klasik fiziğin yasalarıyla açıklanamamasında saklıdır. Atom altı dünyaya adım attığımızda sahne değişir; orada artık kuantum fiziğinin kuralları hüküm sürer. Artık 'elektron tam olarak şuradadır' diyemeyiz. Bunun yerine yalnızca 'elektronun belirli bölgelerde bulunma olasılığı vardır' diyebiliriz. Gerçeklik, kesinlikten çok ihtimallerin diliyle konuşur. İşte bu yüzden elektronun aynı anda her iki yarıkta bulunma olasılığı beliriyor. Olasılık dalgası bize, elektronun yalnızca tek bir yolu değil, aynı anda birden çok yolu izleyebileceğini söylüyor. Bu görünmez dalga ekrana ulaştığında kendi kendisiyle etkileşiyor; bir yerde güçleniyor, başka bir yerde yok oluyor ve sonunda karşımıza aydınlık ve karanlık çizgilerden oluşan o büyüleyici girişim deseni çıkıyor. Aslında burada gördüğümüz şey yalnızca bir fizik yasasının işleyişi değil; varoluşun kendisine dair ince bir fısıltıdır. Bizim 'ya öyledir ya da böyledir' diye sınırlamaya alıştığımız gerçeklik, kuantumun gizemli aynasında bulanıklaşıyor. Belki de gerçeklik, tek bir yolu seçmek yerine aynı anda sayısız olasılığı içinde taşıyan çok katmanlı bir dokudur. Ekin:"Ve işte asıl dönüm noktası burada! Eğer parçacığın hangi yarıktan geçtiğini anlamak için bir ölçüm cihazı, yani bir dedektör yerleştirirsen, bütün senaryo değişiyor. Artık dalga gibi davranış kayboluyor; parçacık yalnızca tek bir yarıktan geçmiş gibi davranıyor. Yani sırf onu gözlemlemeye çalışmamız, davranışını değiştiriyor. Ne tuhaf bir durum, değil mi? Sanki evren, bizim bakışımızla yönünü belirliyor; olasılıklar arasından yalnızca birini seçip gerçeğe dönüştürüyor." Deniz:"DüşünseneEkin? Parçacık biz onu izlemediğimizde bir dalga gibi davranıyor; olasılıkların sonsuzluğunda yayılıyor. Ama biz bakar bakmaz, belirsizlik çöküyor ve tek bir gerçeklik, yani parçacık olarak beliriyor. İşte burada kaçınılmaz bir soru çıkıyor karşımıza: Gerçeklik, biz bakmasak da aynı mıdır, yoksa bizim bakışımızla mı biçimlenir?" Ekin:"Biliyor musunDeniz? Bu tartışma aslında insanlık tarihi kadar eski.Platon, mağaradaki gölgelerle gördüklerimizin gerçeğin yalnızca yansımaları olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Berkeley daha da ileri giderek 'var olmak algılanmaktır' dedi; yani onun için bakışımız olmadan gerçekliğin bir anlamı yoktu. Kant ise zihnimizin sınırlarını çizdi: 'Şeyin kendisine asla ulaşamayız' dedi, çünkü her şeyi kendi zihinsel kalıplarımızın içinden görmek zorundayız. Şimdi ise kuantum fiziği, bu kadim tartışmalara yeni bir ses katıyor. Belki de gerçeklik, gözlemci olmadan tamamlanmıyor. Çünkü gözlem dediğimiz şey yalnızca bir ölçüm cihazının soğuk işlemi değil; işin merkezinde bilinç var. Burada çok ilginç bir noktaya geliyoruz aslında? Madde ile bilinç, sanki aynı bütünün iki farklı yüzü gibi. Birbirine mi karışıyorlar, yoksa ayrı ayrı mı duruyorlar, bunu şimdilik bilmiyoruz. Ama bildiğim bir şey var: Gözlemci, madde ile bilinç arasındaki köprüyü kuruyor. Hatta belki de gözlemcinin kendisi, o ilişkinin ta kendisi. Ve işte bu noktada insanın zihni ürperiyor? Çünkü evrenin en derin katmanlarına baktığımızda, sanki kendi bilincimizin aynasına bakıyormuşuz gibi hissediyoruz. Offf? Farkında olmadan ne kadar derinlere daldık." Zaten Dünyanın en büyük beyinleri de bu konuda aynı düşünmüyorlar. Einstein: "Tanrı zar atmaz" diyerek, doğanın olasılıklı olamayacağını savundu. Ona göre gerçeklik biz bakmasak da orada olmalıydı. Bohr: "Einstein, Tanrı'ya ne yapacağını söylemeyi bırak" diyerek, doğanın olasılık diliyle işlediğini söyledi. Von Neumann: Dalga fonksiyonunun çöküşünün zincirleme ilerlediğini, en sonunda bilincin devreye girdiğini savundu. Wigner: 'Wigner'ın Arkadaşı' düşünce deneyinde çöküşü bilince bağladı. Everett: "Dalga fonksiyonu asla çökmez" dedi ve çoklu evren fikrini ortaya attı. Wheeler: "Evren katılımcıdır; gözlemciler olmadan tamamlanamaz" diyerek gözlemciyi kozmik bir rolün parçası ilan etti. Deniz: "Fark ediyor musun Ekin? Tarihin en büyük zihinleri bile bu konuda farklı düşünceler dile getirmiş. Kimine göre doğa, tek ve değişmez bir gerçekliğe sahip; kimine göre ise olasılıkların diliyle konuşuyor. Belki de doğa, sabit bir yüz taşımıyor; bize hangi soruyu sorarsak, o sorunun ışığında kendi yüzlerinden birini gösteriyor." Ekin: "Ve belki deSpinoza'nın söylediği gibi, evren aslında tek bir bütündür; biz onun farkına vardıkça parçalar anlam kazanır.Heidegger'in sorusu da buraya bağlanıyor:Varlığın anlamı nedir? Belki de çift yarık deneyi, bu kadim soruyu ilk kez bilimsel bir sahnede yeniden sorduruyor bize. Çünkü bu deney, varlığın hem bir bütün hem de olasılıklara bölünmüş yüzleri olduğunu aynı anda gösteriyor." Ekin: "Kuantumun en büyük gizemlerinden biri tam da burada ortaya çıkıyor: Ölçüm problemi. Dalga fonksiyonu, parçacığın bütün ihtimallerini, bütün olası yollarını içinde taşıyor. Yani elektron aynı anda hem sağda hem solda, hem burada hem de orada bulunma potansiyeline sahip. Ama onu ölçtüğümüz anda tüm bu olasılıklar çöküyor ve karşımıza yalnızca tek bir gerçeklik çıkıyor: elektronun belirlenmiş hali. 2025 yılında dünyanın en saygın üniversitelerindenMIT'de yapılan ultra-soğuk atom deneyleri, çift yarık düzeneklerini şimdiye dek görülmemiş bir hassasiyetle sınadı. Ve sonuçlar değişmedi: Gözlem olmadığında girişim deseni ortaya çıkıyor, gözlem yapıldığında ise parçacık deseni beliriyordu. Tüm bu sınamalara rağmen kuantum mekaniği bugüne kadar bir kez bile yanlışlanmadı. Asıl gizem ise burada başlıyor: Bu çöküşü açıklayan hiçbir denklem yok. Fizik, olasılıkların dağılımını kusursuzca hesaplayabiliyor ama neden ve nasıl tek bir gerçekliğe dönüştüğünü söyleyemiyor. Sanki evren, o anda bizimle birlikte karar veriyor. Ve işte asıl soru burada büyüyor: Gerçekliği belirleyen şey nedir? Yalnızca ölçüm cihazlarının soğuk, kayıtsız gözleri mi? Yoksa o sonuçları fark eden, onlara anlam yükleyen bizim bilincimiz mi? Belki de gerçeklik, cihazların mekanik işleyişinde değil, bizim fark edişimizde tamamlanıyor." Deniz: "Kimi yorumlara göre yalnızca cihazların ölçümü yetmez; asıl belirleyici olan bilinçtir. Evrenin kendini ortaya koyabilmesi için, onu fark eden bir göz gerekir. Belki de gözlemci olmadan evren eksik kalıyor, tamamlanmıyor. DüşünseneEkin? Bir elmaya bakıyorsun. Senin bakışın olmadan, o belki sadece olasılıkların bulanık bir bulutu olarak var. Ama sen ona baktığında, gözlerinde elma bir gerçekliğe dönüşüyor. Belki de bizler, evrenin kendi varlığını fark etme biçimiyiz. Bizim bilincimiz, evrenin kendine tuttuğu aynadır." Ekin: "Aslında aşk da bir kuantum deneyine benzemiyor muDeniz? En başta yalnızca belirsizlik vardı. Tanışmadan önce hikâyemiz, sayısız olasılığın içinde bir süperpozisyondu; aynı anda hem birlikteydik hem de hiç tanışmamıştık. Sonsuz ihtimaller yan yana var oluyordu. Sonra bir gün yollarımız kesişti. Bir bakış, bir gülümseme, bir dokunuş? ve işte o anda dalga fonksiyonu çöktü. Belirsizlik dağıldı, biz olduk. Tek bir gerçeklik kaldı. Ve şimdi buradayız; evrenin derinliklerinde, birbirimizin içinde bir bütün olabiliyoruz. Düşünsene, o sonsuz olasılıklar denizinden bizi seçen ihtimal, fizik bölümünde yan yana düşürdü. Şimdi ise aşkımızı, kuantum fiziğinin gizemli derinliklerinde büyütüyoruz. Ben bu anı yaşarken yalnızca mutluluk değil, derin bir minnettarlık da hissediyorum. Çünkü bilimin söylediği gibi, her şey bir olasılıklar okyanusu? ve biz, o okyanusun içinden birbirimizi bulmuş en güzel ihtimaliz. İçimden geliyor? haykırmak istiyorum: İyi ki bu evrende, bu bilinçle, bu zamanda seninle bir aradayım." Deniz: "Seninle, sayısız yıldızın ışığı altında, aynı duygular denizinde dalgalarla yarıştığımı bütün varlığımla haykırmak istiyorum. İyi ki bir fizik öğrencisiyim? Çünkü gökyüzüne baktığımda artık yalnızca yıldızları değil, bizim hikâyemizi de görüyorum. Ve bu, içimde çok daha derin bir heyecan uyandırıyor. Belki de aşk, bilincin evrende yaptığı en büyük deneydir. Çünkü biz birbirimize bakarken yalnızca bir ihtimali seçmiyoruz; aynı zamanda evrende daha önce var olmayan yeni bir gerçeklik yaratıyoruz. Sanki her bakışımız, evrenin olasılıklar denizinden yepyeni bir ihtimali gerçeğe dönüştürüyor." Masanın üzerindeki çay bardakları hafifçe tınladı. Camın dışında yıldızlar çoğalıyor, gecenin derinliklerinde parıldayarak sanki evrenin nabzını tutuyordu. O an, gökyüzünün sessiz ışıklarıyla masadaki iki genç fizikçinin zihni arasında görünmez bir köprü kurulmuştu. Ve belki de evren, tam da o anda, onların bilincinde yeniden şekilleniyordu. Çünkü kuantumun öğrettiği gibi, gözlem yalnızca bir tanıklık değil; varoluşun dokusuna işlenmiş bir katılımdır. Her soru, evrenin cevabını yeniden örer; her bakış, doğaya yeni bir yüz kazandırır. İşte bu yüzden, o küçük kafede yapılan sohbet yalnızca iki gencin konuşması değildi. Belki de evren, onların bilinci aracılığıyla kendini bir kez daha kuruyor, yeniden doğuyordu. Çift yarık deneyinin gölgesinde Ekin ve Deniz'in sohbeti, aslında hepimizin zihninde yankılanan o kadim soruya dönüyordu: Evren bize ne anlatmak istiyor?  Gözlemci ile gözlenen arasındaki bu gizemli ilişki, yalnızca bir fiziksel deneyin sonucu değil, aynı zamanda insanlığın kendi bilinciyle yüzleşmesiydi. Ve işte asıl soru tam burada yükseliyor: Bizler, sınırlı bir beynin sınırlarıyla evrenin nihai yasalarını gerçekten kavrayabilir miyiz? Belki de doğa, bizim kavrayışımızın ötesinde, saf bir matematik dilinde işliyor. Belki de bizim "her şeyin teorisi" dediğimiz arayış, çok daha büyük bir yapbozun yalnızca küçük bir parçası. Bilimin güzelliği de işte burada gizli: İmkânsız gibi görünen sorulara adım adım yaklaşabilmekte. Newton'un, Einstein'ın, Schrödinger'in hayalini kurduğu şeyler, bir zamanlar erişilmez görünüyordu. Bugün biz, onların hayal ettiği ufuklarda dolaşıyoruz. Belki hiçbir zaman tam anlamıyla "her şeyin teorisini" yazamayacağız. Ama asıl mesele zaten sona ulaşmak değil; yolculuğun kendisi. Çünkü attığımız her adımda evren bize yeni sırlarını açıyor, hayallerimizi kışkırtıyor, düşünce ufkumuzu biraz daha genişletiyor. Ve belki de tam da bu yüzden, o kadim soru hâlâ her buluşmada, her deneyde ve her düşüncede yankılanmaya devam ediyor: "Gerçeklik nedir?" Bu soru, yalnızca bir felsefi merak değil, aynı zamanda bilimin kalbinde atan en derin arayışlardan biridir. Çünkü her ölçüm, her gözlem, her yeni teori, bu soruya verilen cevabı yeniden şekillendiriyor. Serinin bir sonraki yazısında görüşmek dileğiyle?  
Ekleme Tarihi: 24 Eylül 2025 -Çarşamba
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan

Çift Yarığın Gölgesinde: Aşk ve Bilinç Üzerine Bir Sohbet Ben Kimim 3

Çift Yarığın Gölgesinde: Aşk ve Bilinç Üzerine Bir Sohbet

Knidos'ta başlayan serüvenimizin bir önceki durağında, insanlığın kadim sorularından birini dile getirmiştik:

 "Gerçeklik nedir?"

Bu sorunun kapılarını aralamaya çalışırken, aslında zihnimizin sınırları ile evrenin derinlikleri arasında ince bir köprü kurmaya başlamıştık.

Şimdi bu yolculukta biraz daha ileriye gidiyoruz. Zihnimizin kurduğu gerçeklik algısından, dış dünyanın parçacıklarına; oradan da kuantum fiziğinin büyüleyici ama bir o kadar da gizemli sahnesine doğru adım atıyoruz.

Ve işte tam burada, modern bilimin en çarpıcı deneylerinden biri olançift yarık deneyi, karşımıza çıkıyor. Bu deney yalnızca elektronların ya da fotonların davranışını değil, insanlığın belki de en temel sorusunu yeniden sorduruyor bize:

Gerçeklik, biz bakmadığımızda da aynı mıdır; yoksa bizim bakışımızla mı şekillenir?

Doğrusu bu satırları kaleme almakta uzun süre tereddüt ettim. Çünkü konu, alışıldık sınırların ötesinde; hem derin, hem karmaşık, hem de zihnimizin alışageldiği kalıpları sarsan bir alan. Ama belki de tam da bu yüzden önemli. Gelişmiş toplumların gençleri bu tartışmalarla büyüyor, bilimin sınırlarını bu sorularla zorluyor. Ve ben de inanıyorum ki bizim gençlerimizin de aynı sorgulamaların içinde olması gerekiyor. Çünkü bilim, yalnızca ders kitaplarında öğrenilen kuru bilgiler değil; hayatın en heyecan verici tartışmalarında, insan zihninin en derin sorularına dokunduğu anlarda kendini gösteriyor.

Bu nedenle, sizleri, iki genç fizikçi aşığın sohbetine davet ediyorum. Onların gözlerinden evrenin sırlarına bakacak, bilincin ve aşkın kuantumun büyülü yollarında nasıl iç içe geçtiğine tanıklık edeceksiniz.

Kafedeki Sohbet.    

Şehrin karmaşasından uzak, küçük ve sakin bir kafede iki genç fizikçi sevgili buluşmuştu.

İlk başta sıradan konular açıldı: Günün yorgunluğu, laboratuvarın soğuk ve metalik kokusu, kampüsteki yoğun tempo? Ama sözlerin arasına gizlenen bakışlar, çok daha derin bir işaret taşıyordu. O bakışlarda açıkça okunuyordu: Bu gece yine evrenin gizemli kapıları aralanacak, sohbetleri gündelik yaşamın sınırlarını aşarak yıldızlara, atomlara ve bilincin derinliklerine uzanacaktı.

Onların her buluşması, aslında yalnızca iki sevgilinin sohbeti değildi. Her akşam, evrenin en küçük parçacıklarıyla başlayan ve gökyüzünün sonsuzluğuna dek uzanan bir yolculuğun yeni perdesi açılıyordu. Masada yükselen çay buharı bile, onlara dalga ve parçacıkların gizemli dansını fısıldar gibiydi. Böylece iki genç, her konuşmalarında yalnız birbirlerine değil, aynı zamanda evrenin bilinmeyen yüzlerine de yaklaşmış oluyorlardı.

Ekin:"Bugün derste hocanın yüzünde beliren o heyecanı fark ettin miDeniz? Fotonlardan ve elektronların gizemli dünyasından söz ederken, sanki evrenin kapılarından biri hafifçe aralanmış gibiydi. O an içimde tarifsiz bir kıpırtı oldu. Kuantum fiziği bana yalnızca bir bilim değil, ruhun en derin katmanlarına dokunan bir şiir gibi göründü. Her formül adeta bir mısra, her deney evrenin kalbinden yükselen bir melodi gibiydi.

Bir düşün? Bizim için parçacık ve dalga iki ayrı dünyadır. Parçacık dediğimiz şey kütlesi olan, elimizle tutabileceğimiz kadar somut bir varlıktır. Dalga ise bambaşka bir doğaya aittir: kütlesiz, soyut, yalnızca matematiğin diliyle tarif edilebilen bir salınım. Klasik akıl için bu ikisinin aynı anda tek bir varlıkta bulunabileceğini hayal etmek neredeyse imkânsızdır.

Ama işte kuantum fiziği bütün bu ezberleri bozuyor. Çünkü atom altı dünyada aynı cisim, hem dalga hem de parçacık özelliklerini bir arada taşıyor. Gerçeklik burada kesinlikten sıyrılıyor ve bize belirsizliğin de evrenin temel bir dili olduğunu fısıldıyor."

Biliyor musunDeniz, bugün kütüphanede eski bir dergiye rastladım. 1996 basımı Bilim ve Ütopya? İçinde Tekin Dereli hocamızın bir yazısı vardı. Öyle bir anlatmış ki kuantumun özünü, zihnimde adeta bir pencere açıldı.

Diyor ki:Klasik fizikte dalga ile parçacık arasındaki ayrım kesin ve nettir. Bir şey ya parçacıktır ya da dalgadır. Taş, parçacık gibi davranır; su dalgaları ise dalga gibi. Ancak kuantum fiziği bu ayrımı kökünden sarsmıştır. Artık bu sorunun kendisi anlamını yitirir. Çünkü atom altı dünyada tek bir cisim hem dalga hem de parçacık özellikleri gösterebilir. Üstelik bu özellikler, hangi gözlemin yapıldığına bağlı olarak ortaya çıkar.

Tekin Dereli hocamız bunu şu sözlerle ifade ediyor:Cisim aynı cisim fakat, siz bir cisim alıp gözlem yaparken eğer cismin dalga niteliklerinden yararlanılarak bir deney düzenlemişseniz, o zaman cismin dalga niteliklerini gözlüyorsunuz. Ama eğer başka bir deney yapar, bu deneyde de parçacık niteliklerinden yararlanacak şekilde hareket ederseniz, o zaman da aynı cismi parçacık olarak gözlüyorsunuz."

Bu çok tuhaf bir durum değil mi?

Bugün derste hocayı dinlerken, zihnimde evrene açılan yeni kapılar birbiri ardına aralanıyordu. Ve her kapının ardında bana aynı gerçek fısıldanıyordu: Cisim özünde hep aynıdır; ancak hangi özelliğinin ortaya çıkacağı, bizim nasıl gözlem yaptığımıza bağlıdır. Doğa, gözlem biçimimize göre farklı yüzlerini açığa çıkarır. Belki de bu yüzden kuantum dünyasında asıl belirleyici unsur, yalnızca doğanın kendisi değil, onu anlamaya çalışan bilincimizdir.

Böylece bilinç, yalnızca gözlemci olmaktan çıkıp deneyin bir parçası hâline gelir. Belki de gerçekliği belirleyen en büyük düzenek, insan bilincinin kendisidir. Bu düşünce, evreni anlamaya çalışan bizler için şaşırtıcı ama aynı zamanda büyüleyicidir.

Kuantum dünyası bize şunu hatırlatıyor: Gözlem, pasif bir izleyiş değil; bizzat sonucu belirleyen bir etkileşimdir. Hangi soruyu sorduğumuz, hangi niyetle baktığımız, karşımıza çıkan gerçeği şekillendirir.

İşte kuantumun büyüsü burada: Evrenin en küçük ölçekte nasıl işlediğini anlamaya çalıştığında kesin cevaplar bulamıyorsun. Hep ihtimaller, hep olasılıklar? Bunu düşündükçe içim ürperiyor; sanki doğa, biz bakarken kendini yeniden yazıyor. Sen de aynı şeyi hissetmiyor musun?"

Belki fazla konuştum ama şunu da söylemeden edemeyeceğim: Sana bakarken hep böyle hissediyorum. Sen aslında hep aynısın, fakat ben sana nasıl baktıysam öyle görünüyorsun bana. Bazen dalga gibi ruhumun her köşesine yayılıyor, bazen de tek bir parçacık gibi kalbimin tam ortasında beliriyorsun. Belki de aşk, benim kendi çift yarık deneyimdir? Gözlerim seninle her buluştuğunda belirsizlik çözülüyor, gerçeklik tek bir an'a çöküyor ve ben yeniden sen oluyorum.

Deniz :   Ne güzel anlattın? Aslında hocamızın tahtada çizdiği o karmaşık formüller de bundan farklı değil. Onlar yalnızca kalbimizdeki dalgalanmaların başka bir dili.

Bazen bana öyle geliyor ki gerçeklik, sandığımız gibi dışarıda duran sabit bir varlık değil; bizim bakışımızla tamamlanan bir bütün. Sen bana nasıl bakarsan, ben senin gözlerinde o sureti kazanıyorum. Belki de doğa da aynı şekilde davranıyor; sayısız olasılığın arasından bize, yalnızca gözlerimizin seçtiği gerçeği gösteriyor.

Ve işte asıl soru tam burada başlıyor: Bilinç gerçekten doğayı mı yaratıyor, yoksa yalnızca var olan ihtimallerin içinden birini mi seçiyor? Eğer bir gün bu sorunun cevabını bulabilirsek, belki de evrenin en derin sırrına dokunmuş olacağız.

Deniz:  Hatırlıyor musun hocanın tahtada anlattığı o deney düzeneklerini? Çift yarık deneyini? Bence evrenin bize sunduğu en gizemli ama en büyüleyici sırlarından biri.

Ekin: "Hayal etsene? Karanlık bir odada bir duvar duruyor ve üzerinde yan yana açılmış iki ince yarık var. Elimizde bu yarıklara doğru küçük toplar fırlatan bir düzenek olduğunu düşün. Topları tek tek gönderdiğinde, her biri ya sağdaki ya da soldaki yarıktan geçer. Arkadaki ekranda ise bu topların yalnızca iki çizgi üzerinde biriktiğini görürsün. İşte bu, klasik dünyanın mantığıdır: net, kesin, önceden tahmin edilebilir. Her şey belirli nedenlerle başlar, belirli sonuçlarla biter; sürprize, belirsizliğe yer bırakmaz."


Bununla birlikte aynı deneyi toplar yerine su dalgalarıyla yaptığında bambaşka bir manzara ortaya çıkar. İki yarıktan geçen dalgalar arkada karşılaşır; bir yerde üst üste gelerek birbirini güçlendirir, başka bir yerdeyse birbirini söndürür. Sonuçta ekranda, dalgaların bu gizemli etkileşiminden doğan aydınlık ve karanlık bölgeler belirir ve gözümüzün önünde büyüleyici bir girişim deseni oluşur.

Ve asıl büyü burada başlar?"

Deniz:  "DüşünseneEkin? Bu kez parçacık olarak elektronları ele aldığımızda çift yarık deneyinde işler büsbütün değişiyor. Elektronları tek tek gönderiyoruz; normalde ekranda yalnızca bir parçacık izi bırakmalarını beklersin. Ama öyle olmuyor: Zamanla ekranda dalgaların oluşturduğu girişim desenini, yani aydınlık ve karanlık çizgilerin ritmik dizilişini görüyorsun.

Her biri tek başına bir parçacık olmasına rağmen elektronlar, sanki bir dalgaymış gibi davranıyor.

Bu durum, insan zihninin kolay kolay kabul edemediği bir paradoks değil mi? Çünkü karşımızda, aynı anda hem parçacık hem de dalga olabilen bir gerçeklik duruyor."

Aslında yanıt, maddenin en küçük ölçekte artık klasik fiziğin yasalarıyla açıklanamamasında saklıdır. Atom altı dünyaya adım attığımızda sahne değişir; orada artık kuantum fiziğinin kuralları hüküm sürer. Artık 'elektron tam olarak şuradadır' diyemeyiz. Bunun yerine yalnızca 'elektronun belirli bölgelerde bulunma olasılığı vardır' diyebiliriz. Gerçeklik, kesinlikten çok ihtimallerin diliyle konuşur.

İşte bu yüzden elektronun aynı anda her iki yarıkta bulunma olasılığı beliriyor. Olasılık dalgası bize, elektronun yalnızca tek bir yolu değil, aynı anda birden çok yolu izleyebileceğini söylüyor. Bu görünmez dalga ekrana ulaştığında kendi kendisiyle etkileşiyor; bir yerde güçleniyor, başka bir yerde yok oluyor ve sonunda karşımıza aydınlık ve karanlık çizgilerden oluşan o büyüleyici girişim deseni çıkıyor.

Aslında burada gördüğümüz şey yalnızca bir fizik yasasının işleyişi değil; varoluşun kendisine dair ince bir fısıltıdır. Bizim 'ya öyledir ya da böyledir' diye sınırlamaya alıştığımız gerçeklik, kuantumun gizemli aynasında bulanıklaşıyor. Belki de gerçeklik, tek bir yolu seçmek yerine aynı anda sayısız olasılığı içinde taşıyan çok katmanlı bir dokudur.

Ekin:"Ve işte asıl dönüm noktası burada! Eğer parçacığın hangi yarıktan geçtiğini anlamak için bir ölçüm cihazı, yani bir dedektör yerleştirirsen, bütün senaryo değişiyor. Artık dalga gibi davranış kayboluyor; parçacık yalnızca tek bir yarıktan geçmiş gibi davranıyor. Yani sırf onu gözlemlemeye çalışmamız, davranışını değiştiriyor.

Ne tuhaf bir durum, değil mi? Sanki evren, bizim bakışımızla yönünü belirliyor; olasılıklar arasından yalnızca birini seçip gerçeğe dönüştürüyor."

Deniz:"DüşünseneEkin? Parçacık biz onu izlemediğimizde bir dalga gibi davranıyor; olasılıkların sonsuzluğunda yayılıyor. Ama biz bakar bakmaz, belirsizlik çöküyor ve tek bir gerçeklik, yani parçacık olarak beliriyor. İşte burada kaçınılmaz bir soru çıkıyor karşımıza: Gerçeklik, biz bakmasak da aynı mıdır, yoksa bizim bakışımızla mı biçimlenir?"

Ekin:"Biliyor musunDeniz? Bu tartışma aslında insanlık tarihi kadar eski.Platon, mağaradaki gölgelerle gördüklerimizin gerçeğin yalnızca yansımaları olduğunu anlatmaya çalışmıştı.

Berkeley daha da ileri giderek 'var olmak algılanmaktır' dedi; yani onun için bakışımız olmadan gerçekliğin bir anlamı yoktu.

Kant ise zihnimizin sınırlarını çizdi: 'Şeyin kendisine asla ulaşamayız' dedi, çünkü her şeyi kendi zihinsel kalıplarımızın içinden görmek zorundayız.

Şimdi ise kuantum fiziği, bu kadim tartışmalara yeni bir ses katıyor. Belki de gerçeklik, gözlemci olmadan tamamlanmıyor. Çünkü gözlem dediğimiz şey yalnızca bir ölçüm cihazının soğuk işlemi değil; işin merkezinde bilinç var.

Burada çok ilginç bir noktaya geliyoruz aslında? Madde ile bilinç, sanki aynı bütünün iki farklı yüzü gibi. Birbirine mi karışıyorlar, yoksa ayrı ayrı mı duruyorlar, bunu şimdilik bilmiyoruz. Ama bildiğim bir şey var: Gözlemci, madde ile bilinç arasındaki köprüyü kuruyor. Hatta belki de gözlemcinin kendisi, o ilişkinin ta kendisi.

Ve işte bu noktada insanın zihni ürperiyor? Çünkü evrenin en derin katmanlarına baktığımızda, sanki kendi bilincimizin aynasına bakıyormuşuz gibi hissediyoruz.

Offf? Farkında olmadan ne kadar derinlere daldık."

Zaten Dünyanın en büyük beyinleri de bu konuda aynı düşünmüyorlar.

  • Einstein: "Tanrı zar atmaz" diyerek, doğanın olasılıklı olamayacağını savundu. Ona göre gerçeklik biz bakmasak da orada olmalıydı.
  • Bohr: "Einstein, Tanrı'ya ne yapacağını söylemeyi bırak" diyerek, doğanın olasılık diliyle işlediğini söyledi.
  • Von Neumann: Dalga fonksiyonunun çöküşünün zincirleme ilerlediğini, en sonunda bilincin devreye girdiğini savundu.
  • Wigner: 'Wigner'ın Arkadaşı' düşünce deneyinde çöküşü bilince bağladı.
  • Everett: "Dalga fonksiyonu asla çökmez" dedi ve çoklu evren fikrini ortaya attı.
  • Wheeler: "Evren katılımcıdır; gözlemciler olmadan tamamlanamaz" diyerek gözlemciyi kozmik bir rolün parçası ilan etti.

Deniz:
"Fark ediyor musun Ekin? Tarihin en büyük zihinleri bile bu konuda farklı düşünceler dile getirmiş. Kimine göre doğa, tek ve değişmez bir gerçekliğe sahip; kimine göre ise olasılıkların diliyle konuşuyor. Belki de doğa, sabit bir yüz taşımıyor; bize hangi soruyu sorarsak, o sorunun ışığında kendi yüzlerinden birini gösteriyor."

Ekin:
"Ve belki deSpinoza'nın söylediği gibi, evren aslında tek bir bütündür; biz onun farkına vardıkça parçalar anlam kazanır.Heidegger'in sorusu da buraya bağlanıyor:Varlığın anlamı nedir? Belki de çift yarık deneyi, bu kadim soruyu ilk kez bilimsel bir sahnede yeniden sorduruyor bize. Çünkü bu deney, varlığın hem bir bütün hem de olasılıklara bölünmüş yüzleri olduğunu aynı anda gösteriyor."

Ekin:
"Kuantumun en büyük gizemlerinden biri tam da burada ortaya çıkıyor: Ölçüm problemi. Dalga fonksiyonu, parçacığın bütün ihtimallerini, bütün olası yollarını içinde taşıyor. Yani elektron aynı anda hem sağda hem solda, hem burada hem de orada bulunma potansiyeline sahip. Ama onu ölçtüğümüz anda tüm bu olasılıklar çöküyor ve karşımıza yalnızca tek bir gerçeklik çıkıyor: elektronun belirlenmiş hali.

2025 yılında dünyanın en saygın üniversitelerindenMIT'de yapılan ultra-soğuk atom deneyleri, çift yarık düzeneklerini şimdiye dek görülmemiş bir hassasiyetle sınadı. Ve sonuçlar değişmedi: Gözlem olmadığında girişim deseni ortaya çıkıyor, gözlem yapıldığında ise parçacık deseni beliriyordu. Tüm bu sınamalara rağmen kuantum mekaniği bugüne kadar bir kez bile yanlışlanmadı.

Asıl gizem ise burada başlıyor: Bu çöküşü açıklayan hiçbir denklem yok. Fizik, olasılıkların dağılımını kusursuzca hesaplayabiliyor ama neden ve nasıl tek bir gerçekliğe dönüştüğünü söyleyemiyor. Sanki evren, o anda bizimle birlikte karar veriyor.

Ve işte asıl soru burada büyüyor: Gerçekliği belirleyen şey nedir? Yalnızca ölçüm cihazlarının soğuk, kayıtsız gözleri mi? Yoksa o sonuçları fark eden, onlara anlam yükleyen bizim bilincimiz mi? Belki de gerçeklik, cihazların mekanik işleyişinde değil, bizim fark edişimizde tamamlanıyor."

Deniz:
"Kimi yorumlara göre yalnızca cihazların ölçümü yetmez; asıl belirleyici olan bilinçtir. Evrenin kendini ortaya koyabilmesi için, onu fark eden bir göz gerekir. Belki de gözlemci olmadan evren eksik kalıyor, tamamlanmıyor.

DüşünseneEkin? Bir elmaya bakıyorsun. Senin bakışın olmadan, o belki sadece olasılıkların bulanık bir bulutu olarak var. Ama sen ona baktığında, gözlerinde elma bir gerçekliğe dönüşüyor.

Belki de bizler, evrenin kendi varlığını fark etme biçimiyiz. Bizim bilincimiz, evrenin kendine tuttuğu aynadır."

Ekin:
"Aslında aşk da bir kuantum deneyine benzemiyor muDeniz? En başta yalnızca belirsizlik vardı. Tanışmadan önce hikâyemiz, sayısız olasılığın içinde bir süperpozisyondu; aynı anda hem birlikteydik hem de hiç tanışmamıştık. Sonsuz ihtimaller yan yana var oluyordu.

Sonra bir gün yollarımız kesişti. Bir bakış, bir gülümseme, bir dokunuş? ve işte o anda dalga fonksiyonu çöktü. Belirsizlik dağıldı, biz olduk. Tek bir gerçeklik kaldı.

Ve şimdi buradayız; evrenin derinliklerinde, birbirimizin içinde bir bütün olabiliyoruz. Düşünsene, o sonsuz olasılıklar denizinden bizi seçen ihtimal, fizik bölümünde yan yana düşürdü. Şimdi ise aşkımızı, kuantum fiziğinin gizemli derinliklerinde büyütüyoruz.

Ben bu anı yaşarken yalnızca mutluluk değil, derin bir minnettarlık da hissediyorum. Çünkü bilimin söylediği gibi, her şey bir olasılıklar okyanusu? ve biz, o okyanusun içinden birbirimizi bulmuş en güzel ihtimaliz. İçimden geliyor? haykırmak istiyorum: İyi ki bu evrende, bu bilinçle, bu zamanda seninle bir aradayım."

Deniz:
"Seninle, sayısız yıldızın ışığı altında, aynı duygular denizinde dalgalarla yarıştığımı bütün varlığımla haykırmak istiyorum. İyi ki bir fizik öğrencisiyim? Çünkü gökyüzüne baktığımda artık yalnızca yıldızları değil, bizim hikâyemizi de görüyorum. Ve bu, içimde çok daha derin bir heyecan uyandırıyor.

Belki de aşk, bilincin evrende yaptığı en büyük deneydir. Çünkü biz birbirimize bakarken yalnızca bir ihtimali seçmiyoruz; aynı zamanda evrende daha önce var olmayan yeni bir gerçeklik yaratıyoruz. Sanki her bakışımız, evrenin olasılıklar denizinden yepyeni bir ihtimali gerçeğe dönüştürüyor."

Masanın üzerindeki çay bardakları hafifçe tınladı. Camın dışında yıldızlar çoğalıyor, gecenin derinliklerinde parıldayarak sanki evrenin nabzını tutuyordu. O an, gökyüzünün sessiz ışıklarıyla masadaki iki genç fizikçinin zihni arasında görünmez bir köprü kurulmuştu.

Ve belki de evren, tam da o anda, onların bilincinde yeniden şekilleniyordu. Çünkü kuantumun öğrettiği gibi, gözlem yalnızca bir tanıklık değil; varoluşun dokusuna işlenmiş bir katılımdır. Her soru, evrenin cevabını yeniden örer; her bakış, doğaya yeni bir yüz kazandırır.

İşte bu yüzden, o küçük kafede yapılan sohbet yalnızca iki gencin konuşması değildi. Belki de evren, onların bilinci aracılığıyla kendini bir kez daha kuruyor, yeniden doğuyordu.

Çift yarık deneyinin gölgesinde Ekin ve Deniz'in sohbeti, aslında hepimizin zihninde yankılanan o kadim soruya dönüyordu:

Evren bize ne anlatmak istiyor?

 Gözlemci ile gözlenen arasındaki bu gizemli ilişki, yalnızca bir fiziksel deneyin sonucu değil, aynı zamanda insanlığın kendi bilinciyle yüzleşmesiydi.

Ve işte asıl soru tam burada yükseliyor: Bizler, sınırlı bir beynin sınırlarıyla evrenin nihai yasalarını gerçekten kavrayabilir miyiz? Belki de doğa, bizim kavrayışımızın ötesinde, saf bir matematik dilinde işliyor. Belki de bizim "her şeyin teorisi" dediğimiz arayış, çok daha büyük bir yapbozun yalnızca küçük bir parçası.

Bilimin güzelliği de işte burada gizli: İmkânsız gibi görünen sorulara adım adım yaklaşabilmekte. Newton'un, Einstein'ın, Schrödinger'in hayalini kurduğu şeyler, bir zamanlar erişilmez görünüyordu. Bugün biz, onların hayal ettiği ufuklarda dolaşıyoruz.

Belki hiçbir zaman tam anlamıyla "her şeyin teorisini" yazamayacağız. Ama asıl mesele zaten sona ulaşmak değil; yolculuğun kendisi. Çünkü attığımız her adımda evren bize yeni sırlarını açıyor, hayallerimizi kışkırtıyor, düşünce ufkumuzu biraz daha genişletiyor.

Ve belki de tam da bu yüzden, o kadim soru hâlâ her buluşmada, her deneyde ve her düşüncede yankılanmaya devam ediyor:

"Gerçeklik nedir?"

Bu soru, yalnızca bir felsefi merak değil, aynı zamanda bilimin kalbinde atan en derin arayışlardan biridir. Çünkü her ölçüm, her gözlem, her yeni teori, bu soruya verilen cevabı yeniden şekillendiriyor.

Serinin bir sonraki yazısında görüşmek dileğiyle?

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve vezirkopruozlem.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.